Türkiye’nin ‘siyah’ları

Bu coğrafyanın siyahlarının tarihi, uzun bir zaman öncesine dayanıyor. Yazar, gazeteci ve şair Ümit Bayazoğlu, bu geçmişin izlerini sürüp, siyasi ve sosyal tarihin dehlizlerinde salınırken, bir yandan da Osmanlı siyahlarının kültürel ve yaşamsal rollerine odaklanıyor.

Ümit Bayazoğlu ile Aras Yayıncılık’tan çıkan ‘Arap Kızı Camdan Bakıyor – Türkiye’nin Siyahları’ kitabını konuştuk.

Yazarlık yaşamınız boyunca her daim ötekinin, mazlum ve mağdurun hikâyesini ele aldınız. Bu toprakların siyahlarını ele almanızla geçmiş dönem çalışmalarınız arasındaki bağlantıyı nasıl açıklarsınız?

Her boydan her soydan, hem birbirinden hem de herkesten çok farklı insanları yaşadıkları dönemin sosyal tablosu içinde geleceğe taşıma gayretim, Ece Ayhan’ın “Neden Özcan Tekgül Britannica’da, Larousse’ta yok?” sözü üzerine başladı. “Sivil” bir ansiklopediye yol olsun diye, 2004’te ‘Uzun İnce Yolcular’, 2013’te ‘Hatırda Kalmaz Satırda Kalır’ kitaplarını çıkardım. Bunlarda toplam 100 karakteri tanıtmaya çalıştım. Üç adım geri çekilip de uzaktan bakınca, kadınların ve İmparatorluk tebaasından insanların kitaplarımda azınlıkta kaldığını gördüm. Bunu üzerine Türkiye’nin zencilerine yöneldim. Zenciler derken mecaz yapmıyorum, harbiden zencileri kast ediyorum, son yıllarda kendi iradesiyle sığınanları değil, vaktiyle Afrika’dan kaçırılıp köle pazarlarında satılan insanları konu ettim.

İlk olarak şöyle başlayalım: Osmanlının siyahları nereden nasıl geldi?

Nijerya, Çad, Sudan, Etiyopya, Somali gibi Doğu Afrika ülkelerinden satın alınarak veya kaçırılarak getirildiler.

Osmanlı’da Afrika’dan ya da Arap yarımadasından gelmesine bakılmaksızın bütün siyahlara “Arap” denmesinin sebebi neydi? Siyahlara dini bir yakınlık “bahşetmek” için mi Arap deniliyordu?

Arap tacirler eliyle ve çoğunlukla Arabistan üzerinden getirildikleri için onlara yanlış olarak Arap deniyordu. Bugün dahi öyle diyenler var. Fotoğrafın negatifine “resmin arabı” dendiği gibi Arap sıfatı, o kişinin rengini nitelemek için kullanılıyordu. Irkçı bir zihniyetle söylenen her kelime gibi bu da çoğu zaman hakaret içerikli olabiliyordu.

Arap Kızı Camdan Bakıyor – Türkiye’nin ‘Siyah’ları, Ümit Bayazoğlu, 176 syf., Aras Yayıncılık, 2022.

”BEYAZ FETİŞİZMİ’ YÜZÜNDEN SİYAHA KÖRELMİŞLERDİ’

Kölelik kavramının Türk aydınının yaşamına girişini 19. Yüzyıl olarak işaret ederken, bu kavramın daha çok “beyaz köleler” üzerinden şekil aldığını söylüyorsunuz. Siyahlar, neden görmezden gelindi?

19. yüzyıl okumuş-yazmışları, özgürlük – adalet – eşitlik talep ederken, insan haysiyetine yakışmayan köle ticaretini de lanetlediler çünkü çoğunun anası ve / veya büyükanası Kafkasya’dan satın alınmış Çerkez, Gürcü, Abhaz kadınlardı. Onlar da köle ticaretinin mahdumlarıydılar. Her birinin evi, başta anneleri olmak üzere köle doluydu. Mutfakta, çamaşırda, bahçede çalıştırmak, çocuk baktırmak için satın alınmış beyazların yanı sıra Afrikalı birçok köle sahibiydiler. Ama ırkçılık Afrikalı köleleri görmelerini engelledi. “Beyaz fetişizmi” yüzünden siyaha körelmişlerdi. Belki de onları insandan saymıyorlardı. Eserlerinde zencileri bir dudağı yerde bir dudağı gökte zebani diye tasvir ediyorlar, onlara kötü, entrikacı, kıskanç roller yazıyorlardı. Kuşaklar boyunca ganimet kültürü içinde yetişmiş aydınlara insan ticaretinin ters gelmemesinin bir sebebi de bu ticaretin dince onaylanmış ve devlet tarafından vergilendirilmiş olmasıydı. Gelenek de görenek de buna uydurulmuştu.

Kitabınızda edebiyatçıların köle olgusunu nasıl ele aldıklarını da yorumluyorsunuz. Sanki hemen hepsi “zenci” kültünü toplumda olduğu gibi yeniden üretmeye çalışıyor. Dönemin siyaseti ile bu üretim arasında nasıl bir ilişki var sizce?

“Duygusal” bir ilişki vardı: İnsan ticareti dince onaylanmış ve devlet tarafından vergilendirilmişti. Gelenek de görenek de buna uydurulmuştu. Ganimet kültürü bu milletin DNA’sına nüfuz etmiştir. Devletin tepesinden tırnağına kadar ganimet (yani hırsızlık) bir “hak” olarak kabul edilir.

Bu coğrafyada yüzyıllardır siyah köle olgusunun değişmediğinin ve her yeni dönemle birlikte bu anlayışın yeniden üretildiğinin altını çiziyorsunuz. Halbuki sadece Amerika’da varmış gibi öne sürülüyor. Bunun sebebi ne sizce?

Amerika, köle emeği üzerinde yükseldiği halde 1960’lı yılların sonuna kadar nankörce zencileri aşağıladı, hak–hukuk onlar için işletilmedi. Orada köleler en ağır işlerde zorla çalıştırılırken, biz de evlerde, konaklarda, saraylarda nispeten daha hafif işlerde istihdam edildiler.

Kitabınız bir yanıyla bugünlerin, sığınmacı ve mülteci krizinin de ön aşamasını anlatıyor. Bu toplumun siyahlara bakışıyla bugün sığınmacı olarak bu ülkeye gelen yabancılara bakışı arasında bir fark var mı?

Dünküler sığınmacı/mülteci değillerdi. Onlar kapısının önünde oynarken kaçırılmış, kızsa cinsel saldırıya uğramış, erkekse hadım edilmiş sonra da esirhanelerde satılmış köleydiler. Günümüzdekilerle karşılaştırılamaz.

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Hazırladığım bir çalışma yok ama bazı hayallerim var. Bu devletin ve milletin kurucusu Rumeli muhacirlerinin sosyal psikolojisiyle ilgileniyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir